MORGAN’ın Drosophila üzerinde yaptığı deneyler, kalıtım birimlerinin kromozomlar olduğunu ortaya koymuş ve kalıtımda protein ve nükleik asitlerin en büyük adaylar olduğu düşünülmüştür. Ancak, büyük çeşitlilik gösteren proteinlerin homojen bir yapı sergilemesi ve nükleik asitler hakkında az bilgi sahibi olunması nedeniyle proteinler kalıtsal materyal olarak kabul edilmiştir.
Nükleik asitler, ilk olarak Friedrcih MIESCHER tarafından 1869 yılında keşfedilmiş ve adını hücre çekirdeğinde bulunmasından almıştır. Ancak, nükleik asitlerin sadece çekirdek değil hücrenin diğer kısımlarında da bulunduğu anlaşılmıştır. Nükleik asitlerin DNA ve RNA olmak üzere iki tipi vardır.
DNA’nın genetik rolünün keşfi, 1928 yılında Frederick GRIFFITH tarafından yapılmıştır. Griffith, Streptococcus pneumoniae bakterisini kullanarak canlıların genetik yapısı hakkında önemli bir keşif yaptı. Oswald AVERY ve arkadaşları da, bakterilerin yapısını oluşturan kimyasal maddeleri saflaştırarak genetik bilgiyi taşıyan molekülün DNA olduğunu ortaya koydu. Bu deney, proteinlerin yerini DNA’nın aldığını açıkça göstermiştir.
Halen, bilim adamları DNA’nın yapısını ve işleyişini daha iyi anlamaya çalışmaktadır. Araştırmalar, DNA’nın özellikle hastalıkların tanısı, tedavisi ve öngörülmesi gibi konularda büyük bir potansiyele sahip olduğunu göstermektedir.